İdare Hukuku Avukatı Ücretleri

İdare hukuku avukatları, genellikle ücretlerini saat başı veya dava başına belirlerler. Ücretler, avukatın deneyimine, müvekkilin ihtiyacına ve davada harcanacak zaman ve emeğe göre değişebilir. Bazı avukatlar, sabit bir ücret yerine, başarıya dayalı bir ücret almayı tercih ederler. Bu, avukatın müvekkilin davasını kazanması halinde alacağı bir yüzdeye dayalı bir anlaşma olabilir.

Ücretlerin Belirlenmesinde Etkili Olan Faktörler

Avukatın Deneyimi: Deneyimli bir avukatın ücreti, genellikle daha yüksektir. Bu, avukatın daha fazla bilgi ve beceriye sahip olmasından kaynaklanır. Ancak, deneyimsiz bir avukat da daha uygun bir ücret talep edebilir.

Davanın Önemi: Davanın önemi, avukat ücretini de etkileyebilir. Örneğin, kamu yararına yapılan bir davada avukatlar, daha az ücret talep edebilirler.

Bölgesel Farklılıklar: Avukatların ücretleri, bölgesel farklılıklara göre değişebilir. Bu, büyük şehirlerdeki avukatların, küçük kasabalardaki avukatlardan daha yüksek ücret talep edebileceği anlamına gelir.

İş Yükü: Avukatın iş yükü, ücreti de etkileyebilir. Bir avukatın, bir dava yerine birden fazla davayla ilgilenmesi halinde, ücreti artabilir.

İdare Hukuku Avukatı Ücretleri Neye Göre Belirlenir?

İdare hukuku avukatı ücretleri, birçok faktöre bağlı olarak belirlenir. Bu faktörler arasında avukatın deneyimi, davayı kazanma olasılığı, bölgesel farklılıklar ve avukatın iş yükü yer almaktadır. Avukat ücretleri, genellikle saat başı veya dava başına belirlenir. Bazı avukatlar, başarıya dayalı ücretlendirme yöntemiyle çalışmayı tercih edebilirler.

Başarıya Dayalı Ücretlendirme Yöntemi

Başarıya dayalı ücretlendirme yöntemi, avukatın müvekkilinin davasını kazanması durumunda alacağı bir yüzdeye dayalı bir anlaşma yapılmasıdır. Bu yöntemde, avukatın ücreti, müvekkilin davayı kazanması halinde alınacak tutarın belirli bir yüzdesidir. Bu yöntem, müvekkiller için daha az maliyetli bir seçenek olabilir. Ancak, avukatlar, davayı kazanma olasılığı düşük olduğunda bu yöntemi kullanmayı tercih etmeyebilirler.

İdare Hukuku Avukatı Ücretleri Yüksek Mi?

İdare hukuku avukatı ücretleri, diğer avukatların ücretlerine göre daha yüksek olabilir. Bunun nedeni, idare hukuku davalarının diğer davalar kadar yaygın olmaması ve avukatların bu alanda uzmanlaşmasıdır. İdare hukuku davaları, genellikle daha karmaşık ve uzun süreli olduğu için, avukatların daha fazla çalışma saatine ihtiyaç duyması mümkündür. Ayrıca, idare hukuku davaları, genellikle devlet kurumları ile mücadele edildiğinden, davanın kazanılması daha zor olabilir. Bu nedenle, idare hukuku avukatlarının ücretleri, diğer avukatlara göre daha yüksek olabilir. Ege bölgesi için İzmir İdare avukatı olan Av. Reşat Burak Meriç’ten hukuki yardım alabilirsiniz.

Özetle idare hukuku avukatı ücretleri, birçok faktöre bağlı olarak belirlenir. Avukatın deneyimi, davayı kazanma olasılığı, bölgesel farklılıklar ve avukatın iş yükü, ücretlerin belirlenmesinde etkili faktörler arasındadır. Müvekkiller, avukatlarla çalışmadan önce, ücretlerin nasıl belirlendiğini ve hangi yöntemlerin kullanılabileceğini öğrenmek isteyebilirler. Ayrıca, avukatların başarıya dayalı ücretlendirme yöntemini kullanıp kullanmadığını ve bu yöntemin müvekkillere avantajlı olup olmadığını sorgulayabilirler.

Mobbing Davası

Mobbing Nedir?

Mobbing, bir çalışanın, işyerinde veya işle ilgili durumlarda, sistematik ve tekrarlayan bir şekilde maruz kaldığı psikolojik taciz, zorbalık ve ayrımcılık gibi olumsuz davranışları ifade eder. Mobbing, kişinin psikolojik ve fiziksel sağlığını olumsuz yönde etkileyebilir ve iş performansını düşürebilir.

Mobbing Nasıl Anlaşılır?

Mobbing belirtileri arasında; sürekli eleştirilme, aşağılanma, hor görülme, dışlanma, yalnızlaştırma, dedikodu yayma, işe yaramaz gibi görme, iş yükünün haksız yere artırılması, sürekli denetlenme ve takip etme gibi davranışlar sayılabilir. Mobbing, yalnızca bireysel bir sorun değil, aynı zamanda bir örgütsel sorun olarak da görülebilir ve işyerindeki insan ilişkilerindeki eksiklikler, haksızlıklar, kaynakların eşitsiz dağılımı, liderlik eksiklikleri gibi yapısal nedenlere bağlı olabilir. Mobbing, birçok ülkede yasal olarak tanınmış bir kavramdır ve iş ve sosyal güvenlik hukuku kanunlarınca tarafından yasaklanmıştır. Mobbinge maruz kalan çalışanlar, mobbing davası açarak haklarını savunabilirler.

Mobbing Mağduru Kişilerin Başvurabileceği Yollar Nelerdir?

Mobbing, iş yerlerinde yaygın bir psikolojik şiddet biçimidir. İşten çıkarma gibi nedenlerle işçilerin yasal haklarını kullanmalarını engellemek için sıklıkla kullanılır. Kişilerin istifa etmelerine ve haklarını talep etmemelerine yol açarak, işverenlerin yasal yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmalarına neden olur. Ancak mobbing, yasal bir suçtur ve yaptırımları vardır. Kişilik haklarının korunması, Medeni Kanun 23 ve 25. maddeler arasında düzenlenmiştir. İş Kanunu’nda doğrudan mobbinge ilişkin bir düzenleme yoktur ancak eşit davranma ilkesi, çalışma koşullarında değişiklik ve iş sözleşmesinin feshi, iş sağlığı ve güvenliği konularında işçi ve işverenlerin yükümlülükleri gibi maddeler değerlendirilebilir.

İşçi, mobbinge maruz kaldığı durumlarda maddi ve manevi tazminat talep edebilir. Ancak bu talep için, mobbing nedeniyle bir zararın oluşması ve zarar ile mobbing arasında bir sebep-sonuç ilişkisi bulunması gerekmektedir. Ayrıca, mobbinge maruz kalan işçi ayrımcılık tazminatı da talep edebilir, ancak bunun için belirli koşulların sağlanması gerekmektedir.

Mobbing, iş yerinde sistemli ve sürekli bir şekilde, mağduru bezdirme amacıyla duygusal taciz veya fiziksel şiddet tehdidi yoluyla gerçekleşen bir davranıştır. Anlık stres sonucu ortaya çıkan hakaret veya dışlama, mobbing olarak nitelendirilemez.

Borçlar Kanunu m.417, mobbingin yasal dayanağı olarak işverenin hizmet ilişkisinde işçinin kişiliğini koruması, saygı göstermesi ve işyerinde dürüstlük ilkelerine uygun bir ortam sağlaması gerektiğini belirtir. Bu yasa gereği, özellikle işçilerin psikolojik ve cinsel tacize maruz kalmamaları ve bu tür tacizlerle karşılaşmış olanların zarar görmemeleri için gerekli önlemler alınması zorunludur. Eğer bir işçi mobbinge maruz kalırsa, iş sözleşmesini haklı nedenle derhal feshetme hakkına sahiptir. İş Kanunu’nun 24. maddesinin 2. fıkrasının b ve d bentleri uyarınca, mobbingin varlığı durumunda işçinin iş akdini haklı nedenle feshetme hakkı bulunmaktadır.

Mobbing Davası Nedir?

Mobbing davası, bir çalışanın işyerinde maruz kaldığı mobbing nedeniyle, mobbing mağdurunun işverene karşı açtığı hukuki bir davadır. Mobbing davası, mobbing mağdurunun hukuki haklarını savunmak ve mobbing nedeniyle uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini talep etmek amacıyla açılır. Mobbing davası, iş hukuku alanında açılan bir dava türüdür ve iş hukuku mahkemelerinde görülür. Mobbing davası, çalışanın iş sözleşmesindeki hükümlere aykırı olarak işveren tarafından kötü muameleye maruz kaldığını kanıtlaması gerektiğinden, mobbing davaları genellikle kanıt yönünden zorlu ve uzun sürebilir. Bu sebeple mobbing mağduru çalışanın, mobbing davasına konu olan olayların kanıtlarını sunması, tanıklar getirmesi, tıbbi belgeler sunması gerekebilir. Mobbing davası açmak için, çalışanın iş hukuku konusunda uzman bir avukatla çalışması önerilir. İş hukuku avukatı İzmir ili içerisinde mobbing davasının yürütülmesinde mobbing mağduruna yol gösterebilir ve hukuki haklarının korunmasını sağlayabilir.

Mobbing davası açmadan önce, yetkili mahkemeye açıklayıcı bir dilekçe sunulmalıdır. Dilekçenin kesinlikle bir iş hukuku avukatı tarafından yazılması gereklidir ve  tüm delilleri içermelidir. Mobbing davası ispatı için bu deliller ve kanıtlar önemlidir ve davası açılmadan önce dilekçede yer alması gerekmektedir. Mobbing davası için somut bir kanıt ya da delil bulunmayan kişiler, mutlaka bir şahit göstermek zorundadır.

Mobbing Olduğunu Nasıl Anlarsınız?

Mobbing’in belirtilerini tanımak ve doğru bir şekilde teşhis etmek önemlidir. Yoğun iş temposu nedeniyle yaşanan yetersizlik, üstlerin uyarıları ve iş verimliliği açısından yapılan eleştiriler gibi durumlar, mobbing ile karıştırılmamalıdır. Mobbing’e işaret eden belirtiler arasında kurum içinde sürekli dışlanma, başarılı işlerin takdir edilmemesi, sorumluluğu olmayan işlerin kişiye yüklenmesi, fiziksel olarak imkânsız işlerin yapılması, hakaret, küfür, fiziksel şiddet gibi davranışlar sayılabilir.

Mobbing mağdurları, kasıtlı olarak bezdirme amacıyla yapılan eylemlerden etkilenirler. Bu tür eylemler, mağduru zor durumda bırakmak, psikolojik ve fiziksel sorunlar yaşatmak ve hatta işten istifa etmeye zorlamak gibi amaçlar taşır. Mobbing, iş yerinde gerçekleşir çünkü çalışma faaliyetleri orada gerçekleştirilir. Ancak, iş yerinin sadece fabrika veya ofis gibi yerlerle sınırlı olmadığı, işin yapıldığı yer olarak değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Mobbing, mağdur üzerinde duygusal taciz veya fiziksel şiddet tehdidi ile ortaya çıkmalıdır. Mobbing yapanın herkesle aynı davranışları sergilemesi, kişilik haklarının ihlali olarak değerlendirilebilir ancak mobbing amacı taşımadığını göstermez. Mobbing, mağdurun kişiliği, mesleki durumu veya sağlığına zarar verir.

Memur Mobbing Davası Açabilir Mi?

Mobbing mağduru bir kamu çalışanı, idareye karşı tam yargı davası açarak mobbing eylemleri nedeniyle manevi tazminat ve maddi zarar talep edebilir. Yargıtay kararlarına göre, bu tür davalarda husumet idareye yöneltilmeli ve idari yargı yetkili olmalıdır. Mobbing tazminat davası açmadan önce, mağdur çalışanın idareye başvuru yapması ve zararının tazmin edilmesini talep etmesi gerekmektedir.

Kamu görevlilerine uygulanan psikolojik şiddet/mobbing nedeniyle açılacak davaların sonucunda, işlemin mobbing amacıyla yapıldığının tespiti ve ispatı oldukça önemlidir. Bu tür davaların sonuçları, kazananlar kadar kaybedenler için de önemlidir. Somut olayda mobbing örneklerinin yaşanıp yaşanmadığının tespiti gerekmektedir ve bu tespit, mobbing davası avukatları tarafından Yargıtay ve Danıştay içtihatlarına uygun şekilde yapılmalıdır. Mobbing davası, özellikle büyük şehirlerde sıklıkla başvurulan bir dava türüdür ve ceza davası yönü de bulunabilir. Mobbing davası açılması ve takibi, bir bireysel iş avukatı veya mobbing davası avukatı tarafından yapılmalıdır. Ayrıca, kıdem tazminatı alacağının hesaplanması işlemleri de alanında uzman avukatlar tarafından gerçekleştirilmelidir.

Emekli Maaşına Haciz Gelir mi?

Emekli maaşı, belirli bir yaşa ve çalışma süresine ulaşmış kişilere veya engelli, dul veya yetim durumunda olan kişilere, çalışırken ödedikleri primler ve diğer sosyal güvenlik katkılarına dayanarak sağlanan bir gelir kaynağıdır. Emekli maaşı, emeklilik yaşı geldiğinde veya emeklilik hakkının kazanıldığı durumlarda ödenmeye başlar ve genellikle düzenli aralıklarla ödenir. Bununla birlikte emekli maaşı ile ilgili en çok sorulan soru “emekli maaşına haciz gelir mi?” sorusudur.

Emekli Maaşına Haciz Uygulanması

Birçok emekli; ev, ihtiyaç veya tüketici kredisi gibi kredi türlerinden faydalanmaktadır. Ancak bazen kredi taksitlerini ödemekte zorlanabilirler. Eğer kredi taksitleri ödenmezse, bankalar alacaklarını tahsil etmek için icra takibi başlatabilir veya kredi sözleşmesinden doğan diğer haklarını kullanabilirler. Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu madde 93’te emekli maaşı haczi sadece belirli borçlar içindir denmektedir. Bahsi geçen madde içerisinde geçtiği üzere Sosyal Sigortalar Kurumunun prim ve nafaka alacakları haricinde emekli maaşı haczedilemez. Kredi borcu, bu istisnalardan biri olmadığından, kredi borcunu ödemekte zorlanan emeklinin emekli maaşı haczedilemez. Ancak emekli maaşı haczedilememesi, borcun emeklinin diğer malvarlığı unsurlarından tahsil edilmesine engel değildir. Yani, emeklinin maaşı haczedilemese bile, bankada birikimleri varsa (emekli maaşı değil), borç tutarınca bloke edilebilir veya emeklinin aracı, evi, arsası vb. malvarlığı satılıp paraya çevrilebilir. Ayrıca, emeklinin borcu için ev haczi yapılabilir. Ne kadar ev haczinde haczedilebilecek eşyalar sınırlı olsa da bu durum psikolojik baskı yaratabilir.

Emekli Maaşının Haczi İle İlgili İstisnai Durum

Yukarıda da değindiğim üzere emeklilerle ilgili olarak, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun ve nafaka alacaklarının 5510 sayılı Kanun kapsamında haczedilebilir olduğu belirtilmektedir. Örneğin, bir emeklinin banka kredi borcunu ödememesi veya bir esnafa veya bir tüzel kişiye olan borcu için emekli maaşı genellikle haczedilemez.

Ancak, bu durumun istisnası vardır; borçlu, emekli maaşının haczedilmesine rıza gösterirse, emekli maaşı haczedilebilir. Borçlunun rızası üzerine emekli maaşının haczi ile ilgili olarak iki durum incelenmelidir. İlk durumda, icra takibi başlatılan bir borçlu, icra dairesi tarafından emekli maaşının haczedilmesine izin verirse, alacağın tahsili için maaş haczi yapılabilir. İkinci durumda, bankalarla yapılan kredi sözleşmelerinde belirtilen hükümler gereği, bankaya verilen hesaptan tek taraflı kesinti yapma yetkisi söz konusudur. İlk durumda, borçlunun açık rızasıyla maaş haczi yapılabilir.

İkinci durumda ise, bankaların hesaptan tek taraflı olarak kesinti yapması, İcra İflas Kanunu kapsamında maaş haczi olarak kabul edilmez. Bankalar, kredi sözleşmesine dayanarak bu tür kesintileri yaparlar. Kredi borcu ödenmezse, borcun doğrudan hesaptan tahsilini sağlayabilmek için hükümler eklenir. Bu hükümler teminat maksatlıdır. Böyle bir durumda, icra takibi başlatılmaz ve icra müdürlüğü olaya dahil olmaz. Bankayla yapılan kredi sözleşmesinde ve sözleşme gereği bankaya verilen taahhütnamelerde kredi borcu ödenmezse, borçlunun alacaklı bankada bulunan tüm alacaklarının, mevduatlarının virman, bloke, mahsup ve takas etme yetkisi bankaya verilir. Bu sebepten ötürü banka ve finans kuruluşları emekli maaşına; kredi sözleşmesi ve taahhütnameleri kaynak göstererek el koyabilirler. Bu nedenle, bankalara verilen tek taraflı kesinti yapma yetkisi teknik anlamda maaş haczi olarak kabul edilmez.

Emekli Maaşına Konulan Haczin Kaldırılması

Emekli maaşına konulan haczin kaldırılması mümkündür. Bu işlem için öncelikle haciz kaldırma dilekçesi verilmelidir. Ancak, emekli maaşına konulan haczin kaldırılabilmesi için iki koşulun sağlanması gerekmektedir. Bunlardan ilki, dörtte bir sınırının geçilmemiş olmasıdır. İkinci koşul ise, izinsiz bir şekilde haciz işlemi gerçekleştirilmiş olmasıdır. Eğer bu koşullar sağlanmamışsa, haciz kaldırılmayacaktır. Tabi ki burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus bir İzmir avukat ile iletişime geçilmesidir. Çünkü bu konularda alınacak hukuki destek müvekkile çok şey kazandırabilecektir.

Emekli maaşına haciz konulması durumu kanunen sınırlandırılmış olmasına rağmen, bazı icra memurları ve bankalar bu duruma dikkat etmeden işlem yapmaktadır. Bu durumda ise, İcra Müdürlüğüne dilekçe vererek sorunun çözülmesi mümkündür. Dilekçede, yürürlükte olan İcra İflas Kanunu kapsamında emekli maaşına konulan haczin dörtte bir sınırını geçemeyeceği veya herhangi bir izin olmaksızın haciz işlemi gerçekleştirildiği belirtilmelidir. Böylece, hak sahibinin emekli maaşına yapılan haksız haciz işlemi yasal yollarla düzeltilebilir.

Karot Testi Sonrasında Hukuki Süreçler–Müteahhit Ve Yüklenicinin Ayıptan Sorumluluğu

karot-testi-sonrası-hukuki-surec

Ülkemizde 06/02/2023 tarihinde meydana gelen elim deprem felaketinden sonra birçok ev sahibinin binaların sağlam olup olmadığı hususunda endişeye düştüğü ve ev/binaların depreme dayanıklılığı konusunda araştırma yaptığı görülmüştür.

Birçok ev veya işyeri sahibi binaları için karot testi denilen riskli yapı testine başvuruda bulunmaktadır. Söz konusu test ve tespitler 6306 sayılı kanun kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığının lisanslandırdığı yapı denetim şirketlerince yapılmaktadır. Testin yapılması için herhangi bir karar veya çoğunluk aranmamakta, tek bir ev veya bağımsız bölüm sahibi dahi test için başvuruda bulunabilmektedir.

Ancak karot testinin olumsuz/ riskli ya da halk tabiriyle çürük çıkması durumunda nasıl yaptırım ve uygulamalarla karşılaşılacağı hususunda toplumda bilgisizlik hakimdir. Öncelikle belirtmek gerekir ki binanın testinin olumsuz çıkacağı düşünülüyorsa mutlaka diğer kat malikleriyle görüşülmeli, ekonomik imkân ve şartlar değerlendirilerek sonrasında mağdur olmamak için hazırlık yapılmalıdır.

Karot testi sonucu olumsuz/ riskli/ çürük çıkarsa;

  • Testi yapan yapı denetim şirketi, raporu bakanlık ve ilgili kurum ve kuruluşlara bildirir.
  • Riskli yapı tapu müdürlüğüne de bildirilir ve tapuya riskli yapı şerhi konulur.
  • Kanuni süresi içerisinde usulüne uygun itiraz ve davalar açılmazsa tespit kesinleşir ve taşınmaz bina hakkında yıkımkararı verilir.
  • Yıkım ve tahliye için ev sahipleri ve maliklere en az 60 gün süre verilir. Verilen süreler içerisinde malikler tarafından yıkım yaptırılmazsa, bakanlık yerel idareler aracılığıyla resen binayı yıkar veya yıktırır. Masrafı maliklerden tahsil edilir.
  • Bina yıkılıp arsa haline geldikten sonra yeniden yaptırılması için maliklerin yeni bir müteahhitle anlaşma yoluna gitmesi ve bu anlaşmanın en az 2/3 çoğunlukla karara bağlanması gerekir. Karara katılmayan maliklerin payları bakanlık veya idare tarafından satışa çıkartılır. Alıcı çıkmazsa kamulaştırılır ya da hazineye devredilir.

Söz konusu düzenlemeler yukarıdakilerle sınırlı olmayıp çeşitli hukuk ve usul bilgisi gerektiren ve mutlaka hukuki yardım alınması gereken konulardır. Bilinçsizce ve hazırlıksız olarak yapılan ve basit bir işlemmiş gibi görülen karot testi sonucunda kişiler evlerini ve mülklerini kaybetmeye varan yasal düzenlemelerle karşılaşabilirler.

Özellikle yeni yapılan binalarda karot testinin olumsuz çıkması ise yüklenici müteahhittin sorumluluğunu gündeme getirecektir. Uygun beton ve yöntemin kullanılmadığının tespiti halinde hak sahipleri müteahhit ile bina yapıldığı esnada görev almış yapı denetim firmasının sorumluluğuna gidebilecek, borçlar kanununda sayılı haklarını kullanabilecektir.

Karot testinden ya da başka bir nedenden dolayı binanın tesliminde bir ayıp ya da eksik bir imalat söz konusuysa ev sahipleri/ malikler;

Binanın tesliminden sonra, işlerin olağan akışına göre imkân bulur bulmaz eseri gözden geçirmek ve ayıpları varsa, bunu uygun bir süre içinde yüklenici/ müteahhite bildirmek zorundadır.

  • Bina, maliklerin kullanamayacağı veya hakkaniyet gereği kabule zorlanamayacağı ölçüde ayıplı ya da sözleşme hükümlerine aynı ölçüde aykırı olursa sözleşmeden dönme,
  • Eseri alıkoyup ayıp oranında bedelden indirim isteme,
  • Aşırı bir masrafı gerektirmediği takdirde, bütün masrafları yükleniciye ait olmak üzere, eserin ücretsiz onarılmasını isteme,
  • Hakları ile ayrıca şartları varsa genel hükümlere göre tazminat alma haklarına sahiptir.

Yukarıda sayılı haklar binanın maliklere teslim tarihinden itibaren 5 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar. Ancak ayıbın gizli olması veya sonradan ortaya çıkması hallerinde mümkün olan en kısa sürede hak sahiplerinin müteahhite bildirim yükümlülüğü bulunmaktadır. Aksi taktirde bu haklarını kullanamazlar. Ağır kusur halinde ise zamanaşımı süresi 20 yıl olarak öngörülmüştür.

Deprem bölgesinde olup, deprem nedeniyle etkilenen işyerlerinde işçiler istifa hallerinde kıdem tazminatına hak kazanırlar mı?

Ülkemizde 06/02/2023 tarihinde ve devamında meydana gelen depremler, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz Bölgesindeki illerimizi etkilemiş, onarılamaz yıkım ve can kayıplarına neden olmuştur. Yaşanan elim hadiseler deprem bölgesinde bir takım hukuki sorunları da beraberinde getirmiştir.

Yıkım, psikoloji ve imkansızlıklar nedeniyle birçok insan yaşadığı şehirleri terk etmek durumunda kalmıştır. Bu halde deprem bölgesinde deprem öncesinde çalışan ancak deprem sonrasında şehirden ayrılmak zorunda kalan işçilerin hukuki durumunun ne olacağı, deprem nedeniyle istifa etmeleri halinde kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmayacakları gibi hususlar gündeme gelmektedir.

4857 sayılı İş Kanunu’nda doğrudan doğruya deprem gibi afet hallerinde iş ilişkilerine yönelik tedbir hükümleri düzenlenmemiştir. Ülkemizde daha önceden COVİD-19 döneminde de benzer sorunlar gündeme gelmiş ve işverenlere işçileri işten çıkartma yasağı, kısa çalışma ödeneği gibi hukuki düzenlemeler getirilerek idare tarafından tedbir alınmak istenmiştir. Deprem nedeniyle 22/02/2023 tarihli cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle benzer bir düzenlemenin hayata geçirildiği görülmektedir. Bu düzenlemeyle işverenlere iyi niyet ve ahlak kurallarına aykırılık, işyerinin herhangi bir sebeple kapanması ve faaliyetinin sona ermesi halleri hariç OHAL süresince işverenlere fesih yasağı getirilmiştir. Burada dikkat edilmesi husus önceki düzenlemeden farklı olarak deprem nedeniyle işverenin de zarar görmüş olabileceği düşünülerek deprem sebebiyle işyerinin kapanması halinde işveren işçiyi işten çıkartabilecektir.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi haricinde İş Kanunumuzda işçiye haklı nedenle fesih/ istifa hakkı tanıyan zorlayıcı sebepler hükmünün de deprem bölgesinde uygulanabileceği değerlendirilmektedir. Buna göre işçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa işçi haklı nedenle fesih ve istifada bulunabilecek ve kıdem tazminatına hak kazanabilecektir. Ancak burada depremin yalnızca işçinin yaralanması, evsiz kalması, yakınlarını kaybetmesi veya deprem nedeniyle başka ile taşınması, yani depremin yalnızca işçi açısından değil, işveren ve işin de deprem nedeniyle faaliyetini sürdürememesi ön koşuldur.

Vergi Borcuna İtiraz

Vergi Borçlarına İtiraz Yöntemleri

Kamu hizmetlerinin finansmanı için önemli bir kaynak olan kamu alacakları, devletin vergi mevzuatında belirtilen yollarla tahsil edilmesi gereken borçlardır. Genellikle, kamu borçluları kendi iradeleriyle borçlarını ödeme yoluna gitmektedirler. Ancak, her zaman bu durum gerçekleşmeyebilir. Bu durumlarda, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usul Hakkında Kanunun’daki cebri icra yöntemleri kullanılarak kamu borçlusundan alacaklar zorla tahsil edilebilir. Fakat vergi borcunun haksız olduğu mükelleflerce düşünülürse buna itiraz edilebilir. Vergi borçlarına itiraz, ödeme emri belgesinin kişiye tebliğ edilmesinden itibaren 7 gün içinde yapılabilir. Bu süre içerisinde vergi itiraz komisyonu tarafından incelenmek üzere itiraz yapılmalıdır. Bu itirazın vergi hukuku avukatı ile düzenlenmesi oluşabilecek hataları önlemektedir. Bunların yanı sıra itiraz edilen borçların belirli bir kısmı için itirazın hangi bölüme yönelik olduğu açıkça belirtilmelidir. Aksi takdirde itiraz geçersiz sayılabilir.

Ödeme Emrine Karşı Kim Dava Açabilir?

Özel vergi hukuku kapsamında ödeme emrine karşı dava açma hakkı, gerçek veya tüzel kişi temsilcilerine tebliğ edilmiş ödeme emirlerine sahip olanlara aittir. Ancak henüz tebliğ edilmemiş ödeme emirlerine karşı dava açılamaz. Ayrıca, usulüne uygun olmayan şekilde tebliğ edilen ödeme emirleri ile tebliğin yanlış kişiye yapıldığı durumlarda da dava açılabilir.

Borçlu kişi, ödeme emrine itiraz ederken borcunun olmadığını, borcunun kısmen ödendiğini veya borcunun zaman aşımına uğradığını ileri sürebilir. Bu sebepler, itirazın reddedilmesi halinde %10 zam oranında artan ceza ödemekten kaçınmaya yardımcı olabilir. Vergi borçlarına itiraz sürecinde, Vergi Usul Kanunu hükümleri geçerlidir. Bu kanunun amacı, vergi işlemlerinin yasalara uygun şekilde gerçekleştirilmesini sağlamaktır.

İtiraz Dilekçesinde Olması Gerekenler

Vergi borcuna itiraz dilekçesi, Vergi Mahkemeleri tarafından çözümlenen vergi hukuku uyuşmazlıklarına yönelik olarak kullanılır. Ödeme emrine karşı açılan davalarda hangi itiraz ve iddiaların sunulabileceği, 6182 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 58. maddesinde belirtilmiştir. Vergi icra avukatı eşliğinde yapılması gereken itiraz ve iddialar aşağıdaki gibi olabilir:

  • Borcun hiç olmadığı veya ödendiği iddiası,
  • Mükellefin daha önce mahsup talebinde bulunduğu iddiası,
  • Bahsi geçen borcun vadesinin gelmediği,
  • Vergi ertelemesi nedeniyle ödeme emrine karşı açılan davada erteleme koşullarına ait iddialar,
  • Tahakkuka ait vergi veya ceza ihbarnamesinin tebliğ edilmediği veya muhataba tebligat yapılmadığı iddiası,
  • Ölen kişinin mirasının reddedilmiş olması durumunda varisler tarafından ödeme emrine itiraz edilmesi,
  • Vergi Usul Kanunu’nda sayılan alacağı terkin etme hallerinin var olması,
  • Af veya yargı kararı nedeniyle borcun ortadan kalkmış olması,
  • Borcun bir kısmının ödenmiş olması.

Bu nedenlerden herhangi biri, ödeme emrine karşı açılacak davada itiraz edilebilir. Dilekçede, ilgili itiraz veya iddianın detayları belirtilerek, gerekçeleriyle birlikte açıkça ifade edilmelidir.

Vergi Mahkemesinde Açtığı Davayı Kaybeden Borçlu Ne Yapmalıdır?

Bir borçlu, vergi mahkemesinde açtığı davayla ilgili olarak borcun tamamını veya bir kısmını talep etse de, davası tamamen veya kısmen reddedildiğinde, ret kararının kendisine tebliği tarihinden itibaren 15 gün içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadır. Bu süre içinde borcun tamamı ödenirse, mal bildiriminde bulunma yükümlülüğü ortadan kalkacaktır. Birinci derece mahkemesinde açılan dava sonucunda kaybeden borçlunun, dava konusu tutarın 2023 yılı için 41.710,203 TL’yi aşması durumunda, üst mahkemeye başvurma hakkı bulunmaktadır. Ödeme emri tebliği, borçlular açısından mal bildirimi, haciz veya hapis cezası gibi önemli sonuçlara neden olabilir. Çünkü ödeme emrinin düzenlenmesi, kamu alacağının tahsili için zorla tahsilat işlemlerine başlandığını gösterir. Özel vergi hukuku kapsamında mükelleflerinin ödeme emrini ciddiye almaları gereklidir. Bununla birlikte haklarını ve yapabilecekleri işlemleri bilmeleri önemlidir.

İzale-i Şuyu Davası-Ortaklığın Giderilmesi Davası

İzalei-şuyu

İzale-i Şuyu Davası (Ortaklığın Giderilmesi Davası) Nedir?

İzale-i Şuyu kavramı, “izale” kelimesinin “gidermek” anlamını ve “şuyu” teriminin ise “ortaklık” anlamını içerdiği için, “Ortaklığın Giderilmesi Davası” anlamına gelir. Kısaca bahsetmek gerekirse bahsi geçen davaya; taşınmazlar için yaşanan ortaklık konusundaki sorunların giderilmesi için başvurulur. Gayrimenkul hukuku için önemli bir dava türüdür. Örnek teşkil etmesi hasebiyle; bir daireye malik olarak 6 hissedar varsa ve bu hissedarlar, daireyi birlikte yönetemiyorlarsa, açılacak dava “İzale-i Şuyu” davası yani Ortaklığın Giderilmesi Davası olacaktır.

İzale-i Şuyu davası, Medeni Kanunumuzun 699. maddesinde düzenlenmiştir. Madde de; “Paylaşma, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artırmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi” denmektedir. Paylaşma yöntemi ile anlaşma sağlanamazsa, paydaşlardan birinin istemi üzerine hâkim, malın aynen bölünerek paylaştırılmasına karar verir. Bölünme isteği durum ve koşullara uygun görülmezse, özellikle paylı malın önemli bir değer kaybına uğramadan bölünmesine olanak yoksa, açık artırmayla satışa karar verilir. Gerçekleşecek satış işleminin taşınmaza paydaş olan taraflar arasında artırma uygulaması ile yapılmasına karar verilmesi için gerekli olan şey tüm paydaşların rızasıdır.

Madde hükmünde de görüldüğü üzere, bu dava hissedarların sadece biri tarafından açılabilir. Yani bu davayı açmak için tüm hissedarların bir araya gelmeleri veya ortak hareket etmeleri gerekli değildir. Bahsi geçen olayda, hissedar olan taraflardan herhangi birinin Sulh Hukuk Mahkemesi başvurusu ile hukuki süreç başlayacaktır. Mahkeme ilk başta ortaklığın giderilmesi istenen gayrimenkulün pay edilebilir olup olmadığına bakacaktır. Mahkemece bunun için teknik olaylara bakacak bilirkişiler görevlendirir. Taşınmazın ilgili makamlardan istenilen imar durumu, hisse ve hissedarlar tespit edildikten sonra hissedarlara paylaştırılır. Ayrıca, İzale-i Şuyu davası açıldığında, malın ortak kullanımı ve yönetimi ile ilgili geçici önlemler de alınabilir. Örneğin, hissedarların malın kullanımı ve bakımı için gerekli giderleri paylaşması veya malın kullanımında bazı kısıtlamalar getirilmesi gibi. İzale-i Şuyu davası, ortaklığın giderilmesi için en etkili yollardan biridir. Ancak, dava süreci uzun ve karmaşık olabilir ve taraflar arasında bazı anlaşmazlıklara neden olabilir. Bu nedenle, hissedarlar arasında önceden bir anlaşma sağlamak veya bir gayrimenkul hukuku avukatı üzerinden hukuki danışmanlık almak, dava sürecinin daha kolay ve düzenli bir şekilde yürütülmesini sağlayabilir.

İzale i Şuyu Davası Şartları Nelerdir?

Gayrimenkul hukuku davaları içerisinde önemli bir rolü olan izale-i şuyu (ortaklığın giderilmesi) davası, belirli şartların sağlanmasıyla açılabilir. Bu şartlar genel olarak aşağıdaki gibi sıralanabilir: Bir malın elbirliği veya paylı mülkiyeti olmalıdır. Bu mal, taşınmaz, araç, altın, hisse senedi gibi farklı tiplerde olabilir. Davacı, dava dosyasına tüm ortakları dahil etmelidir. Malın ayrıntılı bilgileri doğru ve eksiksiz olarak belirtilmelidir. Örneğin, taşınmaz ise parsel numarası, araç ise plaka numarası veya hisse senedi ise miktarı gibi bilgiler verilmelidir. Ortaklık belgesi veya diğer belgeler, ortaklığın varlığını göstermek için sunulmalıdır. Hukuki bir işlem nedeniyle veya paylı mülkiyetin belirli bir amaç için korunması gerektiği durumlarda, ortaklığı devam ettirme yükümlülüğü olmamalıdır. Bu şartların sağlanması durumunda, izale-i şuyu davası açılabilir ve mahkeme ortaklığın giderilmesi için gerekli kararı verebilir.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Hangi Durumlarda Açılabilir?

Ortaklığın giderilmesi davası, paylı mülkiyet durumundaki malın paylaşılması talebiyle açılır. Türk Medeni Kanunu’nun 698. maddesi gereği, hukuki bir işlem gereği veya paylı malın sürekli bir amaca özgülenmiş olması sebebiyle paydaşlardan her biri, malın paylaşılmasını isteyebilir. Bu nedenle, paydaşlardan herhangi birinin malın paylaşılmasını talep etmesi halinde, ortaklığın giderilmesi davası açılabilir. Yukarıda da değindiğim gibi bu tür teknik ve hata affetmeyen davalarda hukuki danışmanlık almak en doğrusu olacaktır. Eğer İzmir ve çevresinde bu davayı açmak istiyorsanız İzmir gayrimenkul avukatı üzerinden hukuki destek alabilirsiniz. İzmir avukat arayışı içerisindeyseniz iletişim kurabilirsiniz.

Ortaklığın Giderilmesi Davası Hangi Mahkemede Açılır ve Yargılama Usulü Nasıldır?

Gayrimenkul hukuku içerisinde bulunan İzalei Şuyu davasında yargılama süreci ve usulüne ilişkin önemli bilgiler şu şekildedir:

  • Bu dava, kazanan ya da kaybeden taraf olmayan bir davadır. Davanın sonucunda, davacı ve davalı aynı sonucu paylaşırlar.
  • Sulh Hukuk Mahkemelerinde, kanunda aksine hüküm olmadığı sürece basit yargılama usulü uygulanır.
  • Mahkeme kararı kesinleşmeden herhangi bir işlem yapılamaz.
  • Mahkeme, ortaklığın taksim edilmesi veya satış yoluyla giderilmesi kararını verebilir. Ancak, bir taraf ortaklığın taksim edilmesini talep ederse, mahkeme bu konuda araştırma yaparak kararını verir. Çünkü, ortaklığın taksim edilmesi önceliklidir.
  • İzale-i Şuyu davasında, mahkeme tarafından belirlenen değer yerine satış memurluğu tarafından yapılan kıymet takdiri satış fiyatı olarak belirlenir.
  • Davacılardan biri davadan feragat etse bile, davalılardan herhangi biri davaya devam etmek istediği takdirde, davaya devam edilir ve esas hakkında karar verilir.
  • Bu dava iki taraflı ve kazanan ya da kaybeden taraf olmayan bir davadır. Dolayısıyla, yargılama giderleri ve vekalet ücretleri, tarafların payları oranında yüklenir.

Boşanmada Mehir Alacağı Talep Edilebilir Mi?

Mehir Nedir ve Boşanmada Ne Anlama Gelir?

Boşanma davalarıyla ilgili merak edilen konular arasında, mehir alacağı davası da yer almaktadır. Mehir, İslam Hukuku’nun bir kavramıdır ve evlilik sırasında erkeğin eşine verdiği para veya mal olarak tanımlanabilir. Mehir kavramı, boşanma durumunda nasıl ele alınacağı konusunda da merak uyandırmaktadır. Yargıtay’ın kararlarına göre, mehir alacağı, bağışlama vaadi olarak nitelendirilen bir tür alacak olarak değerlendirilmektedir. Bu alacaklar, Borçlar Kanunu kapsamında ele alınmaktadır.

Türk Medeni Kanunu’nda mehir senedine dair özel bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak, eski Medeni Kanun döneminde düzenlenen mehir senetleri hükümleri geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde mehir uygulaması yasaklanmamıştır ve mehir senetleri İcra ve İflas Hukuku hükümleri doğrultusunda incelenmektedir. Ancak, mehir senedinin hukuki geçerliliği için kesinlikle yazılı olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Yazılı olarak düzenlenmeyen mehir senetleri hukuki açıdan geçersiz kabul edilmektedir. Yargıtay kararlarında da mehir senedinin geçersiz olduğuna dair bir hüküm bulunmadığı belirtilmiştir. Bu nedenle, mehir senetleri Aile Mahkemeleri tarafından incelenmektedir.

Boşanmada Mehir Alacağı Talep Etme Hakkı Var Mıdır?

Boşanmanın fer’i sonuçlarına ilişkin sözleşmeler, hâkim tarafından onaylanmadıkça geçerli sayılmaz. Ancak taraflar, boşanmanın sonuçlarına ilişkin tali konularda karşılıklı olarak anlaşabilirler. Bu anlaşmalar, sözleşme serbestisi ve ahde vefa ilkesi çerçevesinde hâkim tarafından onaylanabilir. Eğer mehir senedi varsa, hâkim mehir borcu olduğuna kanaat getirerek, boşanma kararında borcun ödenmesine karar verebilir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bir davada; ” mehir olarak evlenene verileceği vaad edilen taşınmazın, mehir senedinin hukuki yapısı gereği, bağışlama vaadi olduğunu kabul edip taşınmazın devrinin resmi şekle tabi olması gerektiğini” demiştir. Ancak mehir, bazı durumlarda, kocanın boşanma hakkının kullanılmasının engellendiği veya kadının bu şekilde boşanmaya ikna edildiği durumlarda, kamu düzenine aykırılık teşkil edebileceği için mahkemece onaylanmamaktadır.

Genellikle ispata ilişkin olarak ihtilaflar çıkabilmektedir. Senede karşılık senetle ispat kuralı gereği, hısım olan tarafında senet ile karşılık vermesi gerekmektedir. Bundan ötürü olarak, mehir alacağının tanıklarla ispat edilip tahsil edilmesi Türk hukuk sitemi için geçerli değildir. Bu gibi çok fazla spesifik ve teknik bir konuda danışmak için avukata gidilmelidir. Eğer Ege bölgesindeyseniz avukat İzmir boşanma avukatı arayabilirsiniz.

Mehir Talep Etmenin Şartları Nelerdir?

Mehir senedi, ileriye dönük bir bağışlama vaadi olarak kabul edildiğinden, burada da önemsenen konu bağışlama vaadinin geçerli olması için gereken şekil hususlarıdır. Yani mehir senedinin de geçerli olması için bu şartların varlığı yeterlidir. TBK’nın 288. maddesi gereği, bağışlama vaadi yazılı olarak yapılmalıdır. Dolayısıyla mehir senedinin de yazılı olarak düzenlenmesi, geçerlilik için gereken bir şarttır.

Yargıtay kararlarına göre, mehir senedi ispat vasıtası olarak kabul edilmektedir. Bu kararlarda, mehir sözleşmeleri için yeni Türk Medeni Kanunu döneminde de geçerli olduğu hüküm altına alınmıştır. Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulu’nun 02.12.1959 tarihli 1959/14 E. 1959/30 K. Sayılı içtihadı birleştirme kararında, mehirin eski hükümlere göre kurulmuş olması durumunda, TMK tarafından yasaklanmış bir hukuki ilişki olarak kabul edilmediği belirtilmiştir. Bu karar, mehir sözleşmelerinin bugün için de geçerli olduğunu ve yazılı şekle uyulmak koşulu ile ispat vasıtası olarak kullanılabileceğini ortaya koymaktadır.

Özetle; mehir senetleri geçerli kabul edilmekte ve ispat vasıtası olarak kullanılmaktadır. Ancak mehir senetlerinin geçerliliği için yazılı şekle uyulması gerekmektedir. Ayrıca Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları, açıklayıcı ve bağlayıcı niteliktedir. Dolayısıyla mehir sözleşmeleri hakkında bu kararların da dikkate alınması gerekmektedir. Bunların yanı sıra İzmir ve çevresinde iseniz mehir senedi konusunda kesinlikle izmir avukat arayışına girmelisiniz.

İzmir boşanma ve İzmir aile hukuku davaları için Meriç hukuk bürosu ile iletişime geçin.

Vergide Zaman Aşımı

Vergide Zaman Aşımı

Vergi, devletin bireylerden veya kurumlardan belirli bir amaç doğrultusunda aldığı maddi yükümlülüklerdir. Devlet, bu ödemeleri genellikle kamu kurumlarının bütçelerini finanse etmek için kullanır. Ayrıca vergi; doğrudan vergi ve dolaylı vergi olarak ikiye ayrılabilir. Doğrudan vergiler, örneğin gelir vergisi veya kurumlar vergisi gibi, bireyler veya kurumlar tarafından doğrudan ödenir. Dolaylı vergiler ise örneğin KDV veya ÖTV gibi, malların veya hizmetlerin satış fiyatına eklenir ve tüketici tarafından ödenir. Vergilerin, devletler için bu kadar önemli olmasının yanı sıra vatandaşlar için de önemi büyüktür. Her vatandaş tarafından; bir hizmet veya bir ürün için verdiği ek ücretin hangi vergi için istendiği, yüzde kaç oranla veya ne kadar olarak istendiği ve bunları ödemekten kaçınmak için vergide zaman aşımı olup olmadığı hususları öğrenilmek istenir. Görüldüğü gibi vergi hukuku geniş kapsamlı bir hukuk dalıdır. Biz bu yazımızda vergi borçlarında ve vergi cezalarında zaman aşımını konu edineceğiz.

Vergi Cezaları Kaç Yılda Zaman Aşımına Uğrar?

Türk hukukunda vergi cezaları, diğer vergi yükümlülükleri gibi belirli bir zaman aşımı süresine tabidir. Özellikle belirtilmelidir ki vergi cezaları için olan zaman aşımı süresi, vergi borcu zaman aşımı süresinden farklıdır ve bununla birlikte vergi cezalarının türüne göre değişiklik gösterebilir. Vergi cezalarında zamanaşımı, Vergi Usul Kanunu’nun 374. Maddesi’nde belirtilen sürelere göre belirlenir. Buna göre, vergi zıyaı cezalarında zamanaşımı süresi 5 yıl iken, usulsüzlük cezaları için bu süre 2 yıldır. Ancak, usulsüzlük cezası vergi zıyaı ile birleştiğinde, genel kural olarak 5 yıllık zamanaşımı süresi uygulanır. Burada dikkat edilmesi gereken husus; vergi olayını doğuran dönemi takip eden yılbaşından itibaren zaman aşımı süresinin işlemeye başladığıdır. Usulsüzlük durumunda ise zamanaşımı, usulsüzlüğün yapıldığı yılı izleyen yılın birinci gününden işlemeye başlar. Son olarak belirtilmelidir ki vergi cezalarında, cezanın mükellefe tebliği zamanaşımını keser. Yukarıda da bahsettiğim gibi vergi cezasının türü zaman aşımı süresini etkilemektedir. Bununla birlikte belirtmem gerekir ki kaçakçılık suçları için ise dava zamanaşımı süreleri, Türk Ceza Kanunu’nda belirlenen sürelere göre uygulanır. Kaçakçılık suçları için cezaların üst sınırı 5 yıl kabul edildiğinden dolayı TCK gereği cezalandırma konusunda 8 yıllık dava zamanaşımı süresi uygulanacaktır.

Vergi Borcu Kendiliğinden Silinir Mi?

İlgili mevzuat için önemli olan husus VUK madde 113’te “Zamanaşımı, süre geçmesi suretiyle vergi alacağının kalkmasıdır. Zamanaşımı, mükellefin bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade eder” bu şekilde düzenlenmiştir. Buna göre bu madde de zamanaşımı süresinin geçmesi nedeniyle vergi alacağının kendiliğinden sona ermesi ifade edilir. Kısacası vergi borcu doğduktan sonra beş yıl içinde mükellefe tarh edilmeyen vergiler zamanaşımına uğrar. Bu zamanaşımı süresine de “tarh zamanaşımı” denir. Burada bahsedilen zamanaşımı süresi, mükellefin başvurusuna bakılmaksızın geçerli kabul edilir. Lakin belirtilmelidir ki bu madde 213 sayılı Vergi Usul Kanunu kapsamındaki vergiler için uygulanır. Vergi Usul Kanunu kapsamında olmayan vergiler için bu hükümler uygulanamayacaktır. Konuyla ilgili olarak verilen bir danıştay kararında: Danıştay 9. Daire 18.12.2012 gün, 2009/4775 E. 2012/9766 K. Sayılı kararı ile zamanaşımı süresinin geçmesinden sonra verginin tarh ve tebliğ olunamayacağına hükmetmiştir.

Tahsil Zaman Aşımı

Türk hukukunda vergi tahsil zaman aşımı, devletin tahsil etmek istediği vergilerin belirli bir süre içinde tahsil edilememesi durumunda, vergi borcunun ortadan kalktığı süreci ifade eder. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un (AATUK) 102’nci maddesinde tahsil zamanaşımı düzenlenmiştir. AATUK 102. madde de “Amme alacağı, vadesinin rastladığı takvim yılını takip eden takvim yılı başından itibaren 5 yıl içinde tahsil edilmezse zamanaşımına uğrar” diye belirtilmektedir. Bu zamanaşımı, devletin vergi borçlularına, belirli bir süre sonra borçlarından dolayı takip edilemeyecekleri bir hukuki güvence sağlar. Ancak, vergi borcu zamanaşımına uğramış olsa bile, borçlu tarafından ödenmesi gereken cezalar veya faizler gibi diğer yükümlülükler devam eder. İzmir bölgesinde vergi zamanaşımı sürelerinden tam olarak yararlanabilmek ve herhangi bir hata yapmamak için bir İzmir vergi avukatı ile veya vergi icra hukuku ile ilgilenen bir avukat ile iletişime geçilmesi en sağlıklı yol olacaktır.

Denetimli Serbestlik Hakkında Merak Edilenler

Denetimli Serbestlik Hakkında Merak Edilenler

Denetimli Serbestlik Hakkında Kişinin işlediği bir suçtan dolayı tutuklanması veya mahkemenin mahkûmiyet kararı vermesi sonucunda denetimli serbestlik, cezanın Ceza İnfaz Kurumu’nda infazından çok toplum içinde gözetim ve denetim altında infazının tamamlanmasını ifade eder. Denetimli serbestlik yasası, kişinin ailesine yakın kalabilmesi ve cezaevi dışındaki hayata uyum sağlayabilmesi gerekçesi ile çıkarılmıştır.

Suçlu, cezaevinde cezasını çekerken sosyal gözetim altında tutulur, ancak belirli bir süre sonra serbest bırakılır ve çıkmasına izin verilmeden önce şartlı tahliye edilir. Çok sayıda faktör denetimli serbestlik uygulamasına yol açabilir. Örneğin, uyuşturucu kullanımı denetimli serbestliği, sanığın suçlu bulunmasından ve hüküm giymesinden önce kullanılan bir önleyici tedbirdir. İzmir Avukat arayanlar çoğu zaman bu konu hakkında da fazlasıyla araştırma yapıyor.

Denetimli Serbestlik Nedir?

Teftiş planına uygun olarak, şüpheli, sanık ve hükümlünün topluma uyum sağlamasına yardımcı olacak her türlü hizmet, program ve kaynak mahkeme tarafından belirlenen parametreler ve süreler dahilinde mahkemece sağlanır. Bu prosedür, denetimli serbestlik olarak bilinir. Suçluyu suç işlemeye iten davranışları değiştirerek yeniden suç işlemenin önlenmesi, cezaevinden çıkan tutukluların takibinin yapılması, yine örnek olarak uyuşturucu bağımlılarının rehabilite edilmesi, mağdurlara verilen zararın giderilmesi ve böylece toplumun korunmasıdır.

Denetimli Serbestlik Nasıl Uygulanır?

Denetimli serbestlik, 30 Mart 2020 tarihinden önce işlenen suçlarda kullanılan bir araçtır. Bazı suçlar, kanunun uygulama kapsamına girmemektedir. Uyuşturucu ve uyarıcı madde üretimi ve kaçakçılığı, kasten adam öldürme, nitelikli kasten yaralama, cinsel bütünlüğe karşı suçlar, devlet güvenliğine karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, anayasal düzene karşı suçlar bu suçlardan birkaçıdır.

Denetimli serbestliğin nasıl uygulandığına ilişkin soruya verilen yanıtın bir parçası olarak, failin önceki altı ayı açık cezaevinde geçirmiş olması gerektiğini belirtmek gerekir. Ek olarak, cezaevinde iyi durumda olması ve denetimli serbestliğe hak kazanmak için bir dilekçe sunması gerekiyor. Denetimli serbestlik izinleri bazı durumlarda kullanılabilir. Örneğin, 14 Nisan 2020’den 30 Kasım 2020’ye kadar açık cezaevlerinde denetimli serbestlik ve cezası devam edenlere COVID-19 izni verildi. Denetimli serbestlik uygulamalarına ilişkin hazırlanan 10 Kasım 2021 tarihli Denetimli Serbestlik Yönetmeliği’nde belirli prosedürler belirlenmiştir.  Denetimli serbestliğin gerçekleşmesi için birtakım koşulların karşılanması veya gerçekleşmesi gerekir. Bu koşullar mevcutsa denetimli serbestlik konulabilir. Denetimli serbestliğin kurulması için ön koşullar şunlardır:

  • Mahkum açık bir cezaevinde tutuluyor
  • Mahkûmun iyi hal göstermesi
  • Koşullu salıverilme, bitmesine bir yıl veya daha az kalmış cezalar için geçerlidir.
  • Sanık veya avukatının talebi
  • İnfaz hâkiminin bu yöndeki kararı

Denetimli Serbestlik Şartları Nelerdir?

Bu ihtiyaç, failin bu uygulamadan yararlanmak için açık cezaevinde infaz edilmeyi tercih etmesi veya açık cezaevinde infaz edilmek istemesine rağmen, ötesindeki nedenlerle kapalı cezaevinde kalması halinde karşılanacaktır. Mahkum, açık cezaevinde tüm cezası boyunca iyi halini sürdürmelidir. Ceza İnfaz Kurumu, bu kararın verileceği bir yönetim ve gözlem kurulu oluşturmuştur. Şartlı salıverilme uygulaması, bir kişinin esenliğini dikkate almaz, bunun yerine herhangi bir disiplin cezası almadıkları için sağlıklarının iyi olduğunu varsayar.

Ancak hükümlünün isteği de önemlidir. Suçlunun bu uygulamadan yararlanabilmesi için avukatı aracılığıyla başvurması gerekir. Bu nedenle, bu durumun ancak kişi talep ederse gerçekleşeceğini anlamak önemlidir. Bu yüzden İzmir Avukat araması yapanlar bu durumları çoğu zaman İzmir Ceza Avukatı ile karşılıyor.

Denetimli Serbestlik Kimler İçin Geçerli Olur?

5275 sayılı Kanun’un 105/A maddesi denetimli serbestlik kurumundan yararlanabilecek kişileri ve bu kişilerin yararlanabilecekleri durumları belirlemektedir. Bu, bir açık cezaevinde veya çocuk eğitim kurumunda bulunan iyi huylu bir suçlunun, şartlı salıverilmesi için gerekli olan bir yıl veya daha az süreyle denetimli serbestlik parametreleri dahilinde bir talepte bulunabileceğini belirtir.

5275 sayılı Kanunun Geçici 6’ncı maddesine göre, 30 Mart 2020 tarihinden önce işlenen suçlardan şartlı salıverilme süresi üç yıl veya daha az olan kişiler hakkında, belirli suçlar hariç olmak üzere, denetimli serbestlik uygulanacaktır. Şartlı salıverilme için azami bir yıllık süre, 0 ila 6 yaş arası çocuğu olan kadın hükümlüler veya eşi olan veya ağır hasta veya engelli olan hükümlüler için geçerli değildir. Birinci istisnanın süresi iki yılı, ikinci istisnanın süresinin üç yılı geçmemesi gerekir.

Denetimli Serbestlik Süresi Neye Göre Belirlenir?

Çoğu kişi sık sık denetimli serbestliğin ne kadar sürmesi gerektiğini soruyor. Mevzuat genel olarak bu süreyi bir yıl olarak tanımlıyor. 5275 Sayılı Kanun’a Geçici Madde 6’nın eklenmesiyle bu süre, 30 Mart 2020 tarihinden önce işlenen suçlar için birkaç istisna dışında üç yıla çıkarıldı. Diğer bir deyişle, bu süreden önce bir suç işlenmişse, cezanın en fazla üç yılı denetimli serbestlikte sınırsız olarak çekilebilir. 30.03.2020 yılından sonra deneme süresi yine bir yıl olarak uygulanacaktır.

Denetimli serbestlik konusu, hapis cezası alan suçlular için çıkarılan ceza infaz kanunu sonucunda önem kazanmıştır. Denetimli serbestlik süresinin belirlenmesi için tercih edilebilecek bazı yaklaşımlar bulunmaktadır. Bu nedenle ne zaman hüküm giydikleri ve şartlı salıverilmelerine ne kadar süre kaldığı fazlasıyla önemli. Mahkumlar, şartlı tahliyedeyken halka yardımcı olacak bir pozisyonda çalışarak topluma yardımcı olabilir.

Bir başka merak edilen ise ceza almış olanların cezalarını çekebilmeleri için henüz bir fırsat penceresi varken, verilen kararlara yönelik denetimli serbestlik davasının kapatılması konusu. Hastalık, engellilik veya ileri yaş gibi çeşitli nedenlerle denetimli serbestlikten yararlanabilecek kişiler zaman içinde izlenir. Bu yaklaşıma göre ilgili suça ilişkin dosya kapatıldığında infaz süresinin bittiğine hükmedilmektedir.