Anlaşmalı boşanma davası nasıl olur?

Anlaşmalı boşanma davası Türk Medeni Kanununun aile hukuku kısmında düzenlenmiş olup en az bir yıl sürmüş olan evliliklerde başvurulacak bir yoldur. En az bir yıl sürmemiş olan evliliklerde ise evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olmasının ispatlanması gerekir. Bir yıllık süre ispat açısından önemli olup en az bir yıl sürmüş evliliklerde tarafların boşanmak için birlikte başvurması ya da diğer tarafın davayı kabul etmesi halinde evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu yüzden uygulamada bu kuruma anlaşmaları boşanma denmektedir.

Anlaşmalı boşanma davasında mahkemeye başvurmak zorunludur. Arabulucuk, uzlaştırma gibi müessesler geçerli değildir.

Anlaşmalı boşanmanın doğası gereği dava açmadan önce üzerinde anlaşılan hususların taraflarca bir protokol haline getirilerek dosyaya sunulması şarttır. Bu protokole boşanma protokolü denmektedir.

Boşanma protokolü nedir?

Tarafların anlaşmalı boşanma davasında üzerinde anlaştıkları hususları yazılı olarak protokole dökmelerinin şart olduğunu belirtmiştik. Ancak bu protokole yalnızca iki konu hakkında anlaşma hükümleri konulmalıdır. Bunlar:

Boşanmanın mali sonuçları (Nafaka, maddi manevi tazminat, mal paylaşımı gibi.)

Varsa ortak çocukların durum u(Velayet, anne ya da babayı ne zaman göreceği gibi hususlar)

Yukarıdaki iki husus dışında başka hükümlerin koyulması takdirde bu koyulan hükümler geçersiz olacaktır. Örn. Kadın eş, iki yıl boyunca başkasıyla evlenmeyecektir, erkek eş … yere gitmeyecektir ya da belli bir süre boyunca …kişiyle görüşmeyecektir, bir eşin ileride evlenmesi halinde çocuğun velayeti diğer eşe verilecektir…vb hükümler geçersizdir. Yalnızca yukarıda sayılan iki konu üzerinde anlaşmaya varılmalı ve bunlar ayrıntısıyla, ileride bir taraf için sorun çıkarmayacak şekilde hukuken doğru belirtilmelidir. Bu doğrultuda çeşitli yerlerde birçok örnek boşanma protokolü bulabileceğiniz gibi hukuken hakkınızın korunması ve ileride doğabilecek sorunları şimdiden bertaraf edebilmeniz için bir avukatın hukuki yardımından faydalanmanızı tavsiye ediyoruz.

Eşimden boşanıyorum. Baba olarak çocuğumu görebilir miyim?

Evet, görebileceksiniz. Ancak görüş sıklığı, yatılı olarak ne kadar sizde kalacağı gibi hususlar çoğunlukla çocuğun yaşının küçüklüğü, anneye ne kadar ihtiyacı olacağı ve psikolojisi gibi hususlarda değişiklik göstermektedir. Normal şartlarda çoğunlukla ayda bir hafta sonu, sömestr tatillerinde bir hafta, dini bayramlarda bir gece ve yazın bir aya kadar yatılı olarak babayla kişisel ilişki kurulur.

Çocuğun velayeti kime bırakılır?

Uygulamada çoğunlukla anneye bırakılmaktadır. Ancak anlaşma halinde ve çocuğunda velayetinin babaya bırakılmasında menfaati varsa velayet, babaya da bırakılabilir.

Anlaşmalı boşanma davasında nafaka istemeyen bir daha nafaka talep edebilir mi?

Kural olarak hayır, feragat halinde sonradan nafaka talep edilemez.

Dava ne kadar sürer?

Yukarıdaki hususların doğru bir şekilde yapılması halinde iş yoğunluğuna göre değişmekle birlikte genelde 2 hafta 1 ay arasında bir celsede boşanma sağlanmaktadır.

Boşanma davası hangi mahkemeye nerede açılır?

Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir. Dava aile mahkemesine açılır. Bulunduğunuz adliye de aile mahkemesi yoksa asliye hukuk mahkemesine dava açabilirsiniz.

Hazırladığınız ve iki tarafça da kabul edilen protokolü dava dilekçenizin eki haline getirerek davanın açılmasından sonra, hakimin tarafları bizzat dinlemesi ve protokolü onaylamasıyla boşanma kararı verilmektedir. Bu doğrultuda davaya bizzat katılmak zorunludur.

Yasak olduğunu, cezası olduğunu bilmiyordum savunması bir mazeret mi?

Ceza hukuka anlamında hayır. Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesi uzun zamandır hem bizim hukukumuzda hem de bir çok ülke hukukunda yerini korumaktadır. Ancak hata hali saklıdır.

-KANUNU BİLME ÖDEVİ

Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesini, kanunun bilindiği varsayımına dayandıran düşüncenin terk edilmesiyle birlikte ceza hukuku doktrini tarafından söz konusu ilke, “kanunu bilme ödevine dayanarak açıklanmaya çalışılmıştır. İtalyan doktrininde yaygın biçimde desteklenen bu görüşü savunanların başında gelen Manzini’ye göre, belirli bir yerde yaşayan bir kimse faaliyette bulunduğu alanı düzenleyen kuralları öğrenmekle yükümlüdür. Buna aykırı davranarak ödevini ihmal eden kişi ise bunun sonuçlarını kabul etmiş sayılır; kanunları bilmemekten kaynaklanan hatası, işlediği fiilden dolayı sorumlu olmasını engellemez. Devletin görevi, suçta kanunilik ilkesi gereğince önceden suçları belirlemektir. Buna karşılık vatandaşların görevi de kendi yaşamlarını güvence altına alan ceza kanunlarını öğrenmektir .

-HATA HALİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 30.maddesinde düzenlenmiş, bu yazımızda incelenen ilkenin ilk hali olan 4.maddenin son fıkrası 5377 sayılı kanun ile değişiklik yapılarak 30.maddenin son fıkrasına eklenmiştir. Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesinin istisnası niteliğinde olan düzenlemeyi bu yazımızda inceleme gereği duyduk. m.30/son’da düzenlenen hata hali doktrinde kural üzerinde hata ya da haksızlık yanılması şeklinde isimlendirilmektedir. Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz şeklinde yer alan hüküm, yine aynı Kanunun 30/4 maddesinde yer alan, “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.” hükmü ile birlikte değerlendirildiğinde, ceza kuralı üzerinde gerçekleşen hatanın bazı durumlarda mazeret sayılabileceği anlaşılmaktadır.

Düzenlemeye göre fiilin işlenmesi sırasında failde haksızlık yaptığı bilinci yoksa ve bu konudaki yanılma kaçınılabilir ise, fail kusurlu hareket etmiş olmaz. Bu gerek kasıtlı ve gerekse taksirli suçlar için geçerlidir. Böylece failin kusurlu sayılmasının, onun haksızlık bilinciyle hareket etmiş olmasını şart kılmadığına ve failin haksızlık bilincine sahip olmamasının kastın varlığını etkileyemeyeceğine açıklık getirilmiş olmaktadır. Bu anlamda haksızlık bilinci, fiilin hukukun maddi değerler düzenine aykırılık oluşturduğunun ve bu bakımdan hukuken yasak olduğunun bilinmesini ifade eder. Haksızlık yanılması, özellikle failin yasak normu bilmediği, onun geçerlilik alanını yanlış yorumladığı için haksızlık yaptığı bilincine sahip olmaması durumunda söz konusu olur

TCK’daki düzenlemede ceza sorumluluğunu kaldıran ya da azaltan nedenler bölümü altında düzenlenen ve kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesinin istisnası olan m.30/4’teki düzenleme suçun unsurlarından olan kusur ile ilgilidir ve esasında kastı değil kusuru ortadan kaldıran bir nedendir.

Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesinin yukarıdaki düzenlemeler ışığında ülkemizde ve dünyada mutlak bir ilke olmaktan çıktığı anlaşılmaktadır. Ülkemiz de ise önceki halinde farklı olarak Ceza Kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz olarak anlamının daraltılmak istendiği, kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler ile hata başlığı altında yapılan düzenlemelerle istisnalar getirildiği ve diğer bir deyişle çağdaş ceza hukukunun ilkelerinin benimsendiği anlaşılmaktadır.

Bu ilkenin anayasa da tanımlanan Hukuk Devleti ve Kanunilik ilkesiyle bağlantılı olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çünkü her şeyden önce kişinin kanunu bilmemesinin mazeret sayılamaması için o kanunun kanunilik ilkesine uygun bir şekilde belirlenebilir ve Hukuk devleti ile Hukuki güvenlik ilkesine uygun olması gereklidir.

Kamu ihalelerinde şikayet ve itirazen şikayet yolları

4734 sayılı Kamu İhale Kanunu ile ihalelere ilişkin getirilen idari usulün önemli birer parçası olan idareye şikâyet başvurusu ve itirazen şikâyet başvurusu kamu ihalelerine ilişkin eylem ve işlemlerin ihaleyi yapan idare ile bağımsız bir idari otorite olan Kamu İhale Kurumu tarafından idari olarak denetlenmesine imkân sağlamaktadır.

-İhalalere yönelik başvurular

İhale sürecindeki hukuka aykırı işlem veya eylemler nedeniyle bir hak kaybına veya zarara uğradığını veya zarara uğramasının muhtemel olduğunu iddia eden aday veya istekli ile istekli olabilecekler, Kanunda belirtilen şekil ve usul kurallarına uygun olmak şartıyla şikayet ve itirazen şikayet başvurusunda bulunabilirler. Şikayet ve itirazen şikayet başvuruları, dava açılmadan önce tüketilmesi zorunlu idari başvuru yollarıdır. Şikayet başvuruları idareye, itirazen şikayet başvuruları Kuruma hitaben yazılmış imzalı dilekçelerle yapılır.

Aynı kişi tarafından birden fazla ihaleye, birden fazla kişi tarafından ise aynı ihaleye tek dilekçe ile başvuruda bulunulamaz. Kanunda belirtilen hususlara aykırılık içeren ve henüz başvuru süresi dolmamış olan başvurulardaki eksiklikler, idare veya Kurumun bildirim yapma zorunluluğu bulunmaksızın, başvuru süresinin sonuna kadar başvuru sahibi tarafından giderilebilir.

Başvuruların ihaleyi yapan idare veya Kurum dışındaki idari mercilere ya da yargı mercilerine yapılması ve başvuru dilekçelerinin bu merciler tarafından ilgisine göre idareye veya Kuruma gönderilmesi hâlinde, dilekçelerin idare veya Kurum kayıtlarına girdiği tarih, başvuru tarihi olarak kabul edilir.

Başvurular üzerine ihaleyi yapan idare veya Kurum tarafından gerekçeli olarak;

a) İhale sürecinin devam etmesine engel oluşturacak ve düzeltici işlemle giderilemeyecek hukuka aykırılığın tespit edilmesi halinde ihalenin iptaline,
b) İdare tarafından düzeltme yapılması yoluyla giderilebilecek ve ihale sürecinin kesintiye uğratılmasına gerek bulunmayan durumlarda, düzeltici işlem belirlenmesine,
c) Başvurunun süre, usul ve şekil kurallarına uygun olmaması, usulüne uygun olarak sözleşme imzalanmış olması veya şikayete konu işlemlerde hukuka aykırılığın tespit edilememesi veya itirazen şikayet başvurusuna konu hususun Kurumun görev alanında bulunmaması hallerinde başvurunun reddine,

karar verilir. Kurumun görev alanında bulunmaması hali hariç, itirazen şikayet başvurusunun reddedilmesi durumunda, başvuru teminatı yatırılan hallerde teminatın gelir kaydedilmesine de karar verilir.

-ŞİKAYET

Şikayet başvurusu, ihale sürecindeki işlem veya eylemlerin hukuka aykırılığı iddiasıyla bu işlem veya eylemlerin farkına varıldığı veya farkına varılmış olması gereken tarihi izleyen günden itibaren 21 inci maddenin (b) ve (c) bentlerine göre yapılan ihalelerde beş gün, diğer hallerde ise on gün içinde ve sözleşmenin imzalanmasından önce, ihaleyi yapan idareye yapılır. İlanda yer alan hususlara yönelik başvuruların süresi ilk ilan tarihinden, ön yeterlik veya ihale dokümanının ilana yansımayan diğer hükümlerine yönelik başvuruların süresi ise dokümanın satın alındığı tarihte başlar.

İdare, şikayet başvurusu üzerine gerekli incelemeyi yaparak on gün içinde gerekçeli bir karar alır. Alınan karar, şikayetçi ile diğer aday veya istekliler ile istekli olabileceklere karar tarihini izleyen üç gün içinde bildirilir. İlan ile ihale veya ön yeterlik dokümanına yönelik başvurular dışında istekli olabileceklere bildirim yapılmaz.

Belirtilen süre içinde bir karar alınmaması durumunda başvuru sahibi tarafından karar verme süresinin bitimini, süresinde alınan kararın uygun bulunmaması durumunda ise başvuru sahibi dahil aday, istekli veya istekli olabilecekler tarafından idarece alınan kararın bildirimini izleyen on gün içinde Kuruma itirazen şikayet başvurusunda bulunulabilir.

İdareye şikayet başvurusunda bulunulması halinde, başvuru üzerine alınan kararın son bildirim tarihini, süresi içerisinde bir karar alınmaması halinde ise bu sürenin bitimini izleyen tarihten itibaren on gün geçmeden ve itirazen şikayet başvurusunda bulunulmadığı hususuna ilişkin sorgulama yapılmadan veya itirazen şikayet başvurusunda bulunulması halinde ise Kurum tarafından nihai karar verilmeden sözleşme imzalanamaz.

-İTİRAZEN ŞİKAYET

İdareye şikayet başvurusunda bulunan veya idarece alınan kararı uygun bulmayan aday, istekli veya istekli olabilecekler tarafından 55 inci maddenin dördüncü fıkrasında belirtilen hallerde ve sürede, sözleşme imzalanmadan önce itirazen şikayet başvurusunda bulunulabilir. İhalenin iptaline ilişkin işlem ve kararlardan, sadece şikayet ve itirazen şikayet üzerine alınanlar itirazen şikayete konu edilebilir ve bu kararlara karşı beş gün içinde doğrudan Kuruma başvuruda bulunulabilir.

Kurum itirazen şikayet başvurularını başvuru sahibinin iddiaları ile idarenin şikayet üzerine aldığı kararda belirlenen hususlar ve itiraz edilen işlemler bakımından eşit muamele ilkesinin ihlal edilip edilmediği açılarından inceler. İdare tarafından şikayet veya itirazen şikayet üzerine alınan ihalenin iptal edilmesi işlemine karşı yapılacak itirazen şikayet başvuruları ise idarenin iptal gerekçeleriyle sınırlı incelenir.

Kanunda belirtilen sürelere ve usule uyulmadan sözleşme imzalanmış olması veya itirazen şikayet başvurusundan feragat edilmesi itirazen şikayet başvurusunun incelenmesine ve 54 üncü maddede sayılan kararlardan birinin alınmasına engel teşkil etmez.

Kurul tarafından verilen bütün kararlar, karar tarihini izleyen beş iş günü içinde taraflara tebligata çıkarılır ve tebligata çıkarıldığı tarihi izleyen beş gün içinde Kurumun internet sayfasında yayınlanır. Kararlara erişim ücrete tabi tutulamaz.

İdareler hukuki durumda değişiklik yaratan Kurul kararlarının gerektirdiği işlemleri ivedilikle yerine getirmek zorundadır.

-YÖNETMELİK

Kamu İhale Kanununda yukarıda bahsedilen şikayet ve itirazen şikayet ile ilgili yasal düzenlemeler yanında bunların nasıl uygulanacağını, usul ve esaslarının düzenlendiği 03/01/2009 tarihli, 27099 sayılı resmi gazetede yayınlanan İhalelere Yönelik Başvurular Hakkında Yönetmelik çıkarılmıştır. Yönetmelikte şikayet ya da itirazen şikayet başvurusunda bulunma ehliyeti, süreler, başvuruların şekli unsurları, başvuru yapılacak yerler, şikayet üzerine alınacak kararlar, kararların uygulanması gibi konular ayrıntısıyla düzenlenmiştir.

Öte yandan, itirazen şikayet başvurusu sonucu verilen kararlarla, iddiaların incelenmesi sonunda verilen kararların, idarelerce uygulanması konusundaki düzenlemenin anılan Yönetmeliğin 41. maddesinde, İtirazen Şikayet ve İddiaların İncelenmesi Süreci Sonunda Verilen Kararlar başlığı altında toplanması da, Kurul’un, kararlarının sonunda, Yasa’nın 56. maddesinin 2. fıkrasındaki kararlardan birini almak zorunda olduğunu göstermektedir. Bu durumda, Kamu İhale Kurumu’nun 4734 sayılı Kanun’da öngörülen görev ve yetkilerini kullanabilmesi ve Kuruma yüklenen görev ve fonksiyonların etkin ve verimli bir şekilde yürütülebilmesi, ancak, Kurul kararının sonuca etkili olabilmesiyle mümkündür. İhale işlemleriyle ilgili mevzuata aykırılıkların ilgili idaresi ne bildirilmesi şeklindeki kararlar, sonuca etkili kararlar değildir. Dava konusu Kamu İhale Kurulu kararı, bu nedenle de hukuka ve mevzuata uygun görülmemiştir…” Danıştay 13.Dairesi 2005/5334 K.

Belirtilmelidir ki ihale kavramıyla ilgili 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu da yürürlüktedir. Ancak Devlet İhale Kanununun uygulanma alanı Kamu İhale Kanuna göre çok daha sınırlı olup önceki dönemden farklı olarak 4734 sayılı yasayla getirilen ödev konumuz şikayet ve itirazen şikayet yolları, diğer bir deyişle idari başvuru yolları uygulamanın daha doğru, pratik ve hızlı ilerlemesine yönelik atılmış önemli adımlardır. Nitekim ihalede bir hukuka aykırılık söz konusu olduğunda ağır işleyen ve daha masraflı iş yükü fazla olan dava yoluna doğrudan gitmektense idare kendi işleyişi içerisinde oluşturduğu mekanizmalar ile bu hukuka aykırılığı giderme imkanına sahiptir.

Tıp Ceza Hukukunda Tıbbi Zorunluluk Hali

Tıp Ceza Hukukunda zorunluluk halini incelemeden önce genel olarak ceza hukuku içerisinde zorunluluk halinin ne olduğuna, mevzuatta nasıl yer bulduğuna değinmekte fayda vardır.

Zorunluluk hali, bir kişinin kendisinin neden olmadığı ve başka bir şekilde kurtulma olanağının olmadığı bir tehlikeden kendisini veya bir başkasını tehlikeyle orantılı olarak ve suç teşkil edecek bir fiille kurtarması olarak tanımlanabilir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunun ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler başlığı altında meşru savunma ve zorunluluk hali olarak m.25/2 hükmünde yer bulmuştur. Meşru savunmada bir saldırı, zorunluluk halinde ise bir tehlike mevcuttur.

5237 sayılı TCK m.25/2 hükmüne göre:

“(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.”

Açıklamalar ışığında zorunluluk halinden bahsedilmesi için aşağıdaki şartların varlığı aranacaktır.

  • Ağır ve muhakkak bir tehlikenin varlığı,
  • Tehlikenin bir hakka yönelik olması,
  • Tehlikeye bilerek neden olunmaması,
  • Tehlikeye karşı koyma yükümlülüğünün olmaması,
  • Tehlikeden başka türlü kurtulma olanağının olmaması,
  • Tehlike ile fiil arasında oran bulunması.

Şeklindedir.

Tıp Hukukundaki düzenlemeler – kanunlarda öngörülen zorunluluk halleri

1219 sayılı kanunun m.70 hükmü “Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar.“ Şeklindedir.

Ancak tıbbi zorunluluğun diğer bir deyişle yaşam hakkının söz konusu olduğu durumlarda örneğin bilinci kapalı olan ve kolundaki hastalığın kol kesilmeden önlenmesinin mümkün olmadığı bir durumda kişinin rızası alınmadan kolunun kesilmesi halinde tıbbi zorunluluk nedeniyle hekimin sorumlu tutulması mümkün değildir. Bu hem 1219 sayılı kanun ve tıp bilimince hekimin hastanın sıhhatini korumasının gereği, hem Hasta Hakları Yönetmeliğinin m.24/7 hükmü, hem de TCK m.25/2’deki düzenleme hem de Anayasa’da bahsedilen tıbbi zorunluluk gereğidir.

2827 sayılı Nüfus Planlaması Hakkında Kanunun m.4/3 hükmü:

“Bir ameliyatın seyri sırasında tıbbi zaruret nedeniyle bir hastalığın tedavisi için kastrasyonu gerektiren hallerde, kişinin rızasına bakılmaksızın kastrasyon ameliyesi yapılabilir.” Denilmektedir. Kastrasyon işlemi kısırlaştırmayı ifade eder. Burada ifade edilen tıbbi zorunluluk nedeni ile buna bağlanan ve hukuka uygun hale getirilen kısırlaştırma işlemi kanımca ağır bir yaptırımdır. Çünkü hekimin yapacağı tedaviye özen gösterme yükümlülüğü (Hasta Hakları Yönetmeliği m.14) hastanın bilgi alma hakkı (HHY m.15) ve ilgili bir mevzuatlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde her hal ve şartta özen yükümlülüğünü yerine getirmesi elzem olan hekim, yapacağı ameliyat esnasında ameliyatın türüne göre kısırlaştırma komplikasyonun gelişebileceği ihtimalini öngörmeli ve hastayı bu hususta bilgilendirmelidir.

Hekim, onu koruyacak yaşam biçimini, diyetini belirlemek için hastalığını ve hastalık eğilimini açıklamak; ilaç verirken dozu, bünyenin kaldıramayacağı yönlerini ve yan etkilerini anlatmak durumundadır. Ameliyat halinde hasta, ameliyat sonrası ne tür komplikasyonların olabileceği ve bunları nasıl tanıyabileceği konusunda da bilgilendirmelidir.

Örneğin sosyal güvencesi ya da ekonomik imkânı olmayan ancak hastalığı nedeniyle tedavi olması gereken bir kişi, başkasının kimliğiyle hastaneye kayıt yaptırmak suretiyle tedavi olması ve hastaneyi zarara sokması halinde dolandırıcılık suçu oluşacak ancak zorunluluk hali nedeniyle kişiye ceza verilemeyecektir.

Kişisel Veriler

Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme suçunda hekimin sorumluluğu hususunda zorunluluk hali ise hasta/hekim arasındaki gizlilik ve hekimin sır saklama yükümlülüğü karşısında daha üstün bir hak ve bu hakkın korunması ve tehlikenin önlenmesi amacıyla hastanın kişisel sağlık verilerinin rızası olmaksızın verilmesi halinde hekim sorumlu olmayacaktır. Tehlikenin önlenmesi amacı kamu sağlığı olabileceği gibi hastanın yakınlarının sağlığı da olabilir. Örneğin akıl hastası ve kendisine ya da başkasına zarar verecek olan kişinin tedavi olması ve başkasına zarar vermesini önlemesi için hekim tarafından ihbarda bulunulması halinde hekim sorumlu tutulmayacaktır. Ya da bulaşıcı bir hastalık nedeniyle hekimin hastalığı hastanın eşine söylemesi halinde de aynısı geçerli olacaktır.

Konuyla ilgili mevzuata bakıldığında 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun m.57 hükmü icrayı sanat eden tüm tabiplerin kanunda sayılan bulaşıcı hastalıklara sahip hastaları ya da bu hastalık şüphesini taşıyan kişileri ilgili yerlere haber vermesini zorunlu tutmuştur. Burada anlaşılacağı üzere kanun koyucu, kamu sağlığını hastaların kişisel verilerinden üstün tutmuş ve açıkça hekimlere bu hastalığa sahip kişileri ihbar etmekle zorunlu kılmıştır.

Diğer suçlar

Yukarıdakiler dışında aşağıda belirtilen suçlarda da Tıp Ceza Hukukunda zorunluluk halleri düzenlenmiştir. Ancak aşağıdaki suçlar söz konusu olduğu zaman her somut olaya göre farklı inceleme yapılmalıdır.

Organ veya Doku Ticareti (TCK m.91,92)

Organ veya Doku Ticaretinde zorunluluk hali ayrı bir madde olarak m.92’de düzenlenmiştir. Buna göre;
“Organ veya dokularını satan kişinin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik koşullar göz önünde bulundurularak, hakkında verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.” Şeklindedir.

Burada organ ve doku ticareti suçunda zorunluluk haline kısaca değinilecektir. Zorunluluk halini düzenleyen 92.maddeye göre kişinin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik zorluklar göz önünde bulundurulduğunda sanığa verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Organ ve dokularını satmak zorunda kalan kişiler açısından TCM m.25/2 hükmü de uygulanabilir olmasına rağmen, ayrıca TCK m.92’de özel bir hükmün sevk edilmesinin nedeni, kanun koyucunun bu durumda TCK m.25/2’de düzenlenmiş bulunan zorunluluk halinin ağır koşullarından ayrılmak istemesidir.7 Nitekim m.92’deki düzenleme yukarıda açıklanan m.25/2’de zorunluluk hali şartlarına göre çok daha hafif kalmaktadır.

Hüküm zorunluluk halini tek taraflı, yalnızca organ veya dokuyu satan açısından düzenlemektedir. Kanımca organ veya dokuyu alan kişi açısından da zorunluluk hali düzenlenebilirdi. Örneğin karaciğer ihtiyacı olan ve nakli yapılmazsa yaşamı sona erecek bir kişi de zorunluluk hali kapsamında organ satın alabilir. Üstelik hükme göre satan kişinin zorunluluk hali ekonomik koşullar iken, örneğe göre alan kişinin daha üstün bir hak olan yaşam hakkı söz konusudur. Bu durumda zorunluluk haliyle organ satın alan kişi m.92 hükmünden kanunilik ilkesi gereği faydalanamazken ancak genel hüküm kapsamında olan zorunluluk halinden (m.25/2) faydalanması tartışılabilir.

Çocuk Düşürtme (TCK m.99/6)

Çocuk düşürtme suçu ile ilgili zorunluluk halini düzenleyen m.99/6 hükmü:
“Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması halinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.” Şeklindedir.

Bu zorunluluk halinin arkasında yatan neden olarak, böyle bir erkeğin sebep olduğu gebelikte, kadının bu erkeğin çocuğunu taşımasının ve büyütmesinin kadına bir işkence olabileceği; ayrıca böyle bir durumla karşılaşmış olan kadının sağlığı bozulup, ruhsal bunalıma girebileceği; böyle bir çocuğu doğurduğu taktirde, çocuğun anneye daima cinsel saldırı olayını hatırlatacağı dile getirilmektedir. Keza annenin böyle bir çocuğu aldırmasına olanak tanınmamasının onun bunalımlara belki de intihara neden olabileceği de belirtilmektedir.

Kanunda her ne kadar rızadan bahsedilmemiş olsa da TCK m.26/2 gereği suç mağduru olan gebe kadının istemesi halinde çocuğu doğurabilecektir. Yalnızca m.99/6 gerekçesiyle rızaya aykırı olarak çocuğun aldırılması mümkün değildir.
Burada aslında hamile kadın açısından zorunluluk hali vardır ve kadının içinde bulunduğu zorunluluk halinden, açıkladığı rızaya dayalı olarak hekim de yararlanmaktadır. Böylece kanun koyucu özel bir zorunluluk halini öngörmüş bulunmaktadır.

Kamu hizmeti gören hastaneler ve bu hastanelerde ya da doğrudan hekimler tarafından gerçekleştirilen hatalı veya eksik tedaviler, doktor hatası, zorunluluk halleri, malpraktis gibi konular Tıp Hukuku ya da Tıp Ceza Hukuku kavramlarıdır. Uygulamada bu alanda bilgi sahibi hukukçuların sayısı az olup, bu alanda son zamanlarda ayrıklaşmış ve akademikleşmiştir.

Tutuklama – Tutukluluk Süresi

Yargı Reformu strateji belgesiyle ceza muhakemesi kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifinin birinci paketi TBMM genel kurulunda kabul edildi. Değişiklikler 24 Ekim 2019 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Yasalaşan birinci pakette tutuklama ile ilgili ek düzenlemeler getirmektedir. Buna göre Ceza Muhakemesi Kanunun “Tutuklulukta geçecek süre” başlıklı 102.maddesine ek fıkralar eklenerek kanun koyucu soruşturma evresi için tutukluluk sürelerini özel olarak düzenleme ihtiyacı duymuştur. Bu ihtiyacın arka planında uzun süren soruşturma ve iddianamenin düzenlenmesi safhasını tutuklu olarak geçiren kişilerin soruşturmanın mahiyeti itibarıyla yargılamaya başlanmadığı halde uzun süre tutuklu kalmalarının hakkaniyete aykırı olduğu gerçeği yatmaktadır. Soruştuma evresi iddianamenin kabul aşamasına kadarki süreci ifade etmektedir. Diğer bir deyişle Asliye Ceza ya da Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaktaysanız hakkınızdaki yargılama kovuşturma evresindedir. Burada ki tutukluluk süresi için herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Yapılan değişiklik soruşturma evresine ilişkindir. Değişiklikle maddeye eklenen 4. fıkra gereğince soruşturma evresinde tutukluluk süresi;

  • Ağır Ceza Mahkemesinin görevine girmeyen işler bakımından altı ayı,
  • Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren işler bakımından bir yılı

Geçemeyecektir. Yürülükte olan ve değişmeyen ilk üç fıkranın aksine zorunlu hallerde değişiklikle eklenen tutukluluk süreleri uzatılamayacaktır. Ancak Terörle mücadele kanunu kapsamındaki suçlar ile TCK’daki devletin ve milletin güvenliğine, anayasal ve milli savunmaya karşı suçlar bakımından soruşturma evresinde tutukluluk süresi en çok 1 yıl 6 ay olup, gerekçesi gösterilerek 6 ay daha uzatılabilir.

Maddeye eklenen 5. fıkrayla tüm süreler yönünden çocuklar için düzenleme getirilmiştir. Buna göre tutukluluk süreleri onbeş yaşını doldurmamış çocuklar bakımından yarı oranında, on sekiz yaşını doldurmamış çocuklar bakımından ise dörtte üç oranında uygulanacaktır.

Tutuklama nedir?

Tutuklama kısaca bir tedbirdir. Ceza almak anlamına gelmemektedir. Kişinin yargılanacağı safhaları tutuklu olarak cezaevinde geçireceği anlamına gelmektedir. Diğer bir deyişle kişi tutuklandığı halde yargılama sonunda beraatte edebilir. Bu nedenle kişi hakkında henüz bir karar verilmediği göz önüne alındığında özgürlüğü kısıtlayıcı olan tutuklama kararı verilirken çok dikkatli olunması gerekir. Hukukumuzun keyfi ya da haksız tutuklama konusunda sicili ne yazık ki çok parlak değildir. Ceza yargılamasında asıl olan tutuksuz yargılanmak ve makul süre içerisinde yargılamanın yapılarak kişiye ceza verilmesi halinde hükümlü olarak cezasının infazına başlanması ya da beraat kararı verilerek yargılamanın sonlandırılmasıdır. Bu nedenle tutuklama bir ön ceza olarak algılanmamalı, son çare olarak düşünülmelidir. Hukuk uygulamamızda kuvvetli suç şüphesini gösterir somut deliller ve diğer tutuklama nedenleri (kaçma-delilleri karartma vb gibi) olmadığı halde tutuklama kararlarının verildiği görülmektedir. Tutuklama kararına her aşamada itiraz edilebilir. Tutuklama kararına itirazı şüpheli ya da sanığın kendisi yapabileceği gibi bir avukat tarafından müdafisi olarak yapılmasında hukuki yarar vardır. Tutuklama müessesi Ceza Muhakemesi kanunun 100 vd. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Hakkımda dava açıldı ne yapmalıyım?

Hakkınızda şikayet varsa şikayetçi kişinin polis merkezine ya da savcılığa gidip şikayetçi olarak ifade vermesiyle soruşturma işlemi başlar. Daha sonra soruşturmayı yürüten kolluk görevlileri cumhuriyet savcısının da talimatıyla sizin ifadenize başvururlar. Bu aşamada şüpheli sıfatını alırsınız. Sizin ifadenize başvurmak için kolluk, adresinize ya da telefon numaranız varsa telefonla size ulaşır ve sizi ifadenizi vermek üzere ilgili birime yönlendirirler. Bu normal prosedürdür. Bazen cumhuriyet savcılığınca, daha ciddi suçlarda şikâyetçinin ifadesinde belirttiği kişinin gözaltına alınması talimatı verilir. Bu durumda kolluk kuvvetleri sizi aramaya başlar, ve bulduklarında gözaltı işlemini uygulamak üzere sağlık muayenesiyle birlikte ilgili kolluk birimine götürülürsünüz. Burada da yine ifade vermeniz gerekir. Normal prosedürden tek farkı bu işlemleri gözaltında geçiriyor olmanızdır.

Kollukta vereceğiniz ifade ileride tüm dosyanızın temeli olacaktır.

Bu yüzden kollukta şüpheli sıfatıyla vereceğiniz ifade çok önemlidir. Burada hakkınızdaki iddiaya karşı savunmalarınızı yer, mekân, saat, kişiler vb. bakımından ayrıntılı bir şekilde yapmanız, varsa delillerinizi söylemeniz ilerideki aşamalarda sizin lehinize olabilecektir. Bu yüzden ifadeniz esnasında yanınızda bir Avukatın hukuki yardımından faydalanmanızı öneriyoruz.

İfade verdikten sonra ne olacak?

Kolluktaki ifadenizden sonra iki ihtimal vardır. Ya serbest bırakılırsınız (Ancak bu hakkınızdaki soruşturmanın bittiği anlamına gelmez.) Ya da cumhuriyet savcısının talimatıyla en yakın mesai saati içinde cumhuriyet savcısıyla görüşmek için adliyeye sevk edilirsiniz.

Adliyeye sevk edilmeniz halinde ifadenizi alan kolluk birimleri sizi adliyeye götürür burada gözaltı işlemi hala devam etmektedir. Adliyenin müracaat savcılığıyla görüşmek üzere sıra alınır. Cumhuriyet savcısı sizle görüşüp kolluktaki ifadenizin yanı sıra kendisi de savcılık ifadesi alabilir. Eğer avukatınız varsa bu aşamada da yanınızda olacaktır. Bazı durumlarda savcılık bil fiil şüpheliyle görüşme yapmaksızın işlemlere devam edebilir. Her halükarda adliyeye sevk edildikten sonra 3 ihtimal vardır.

  • Serbest bırakılmak.
  • Adli kontrol talebiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmek.          
  • Tutukluluk talebiyle Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmek.

Son iki seçenek savcının hakkınızda soruşturmayı bir koruma tedbiri olan tutukluluk ya da adli kontrolle yürütmeyi talep etmesi durumudur. Bu talebi Sulh Ceza Hâkimliği inceleyecektir. Böyle bir talep var ise şüpheli, Sulh Ceza Hâkimliğine sevk ile talebin incelenmesi için sorguya çıkarılır. Sulh Ceza Hâkimliği tam anlamıyla bir mahkeme olmayıp yalnızca tutukluluk ya da adli kontrol şartlarını somut olay açısından inceleyen ve esasa girmeyen bir hâkimliktir. Hakkınızda tutuklama talep edilmişse bu sorguya mutlaka bir Avukatın hukuki yardımından faydalanarak çıkmanızı öneriyoruz. Çünkü tutuklama talebinin Sulh Ceza Hâkimliğince kabulü halinde soruşturma aşamasını cezaevinde geçireceğiniz dönem başlayacaktır.

Dava aşaması

Adliyeye sevk edilmiş ya da gözaltına alınmış olun ya da olmayın, Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcılığı hakkınızdaki şikâyeti kayda değer görürse bir iddianame düzenleyecek ve bunu ilgili mahkemesine sunacaktır. Mahkemece iddianamenin kabulüyle kovuşturma aşaması denilen dava sürecine geçilir ve soruşturma sonlanır. Bundan sonra mahkemece iddianame yazan olguların doğruluğu araştırılıp maddi gerçeğe ulaşılmaya çalışılır ve tüm araştırmaların sonunda bir karar verilir. İddianame düzenlenip kabul edildikten sonra mahkeme size iddianameyi mutlaka tebliğ edecek ve duruşma günü için çağrı kâğıdı gönderecektir. Dava aşamasında savunma stratejisinin doğru ve etkin yapılması çok önemli olup bu aşamada mutlaka hukuki yardımdan faydalanmanızı öneriyoruz.

İfadeye gitmesem ne olur?

Soruşturma ya dava aşamasında size gönderilen çağrı kâğıtlarına uymaz ifadeye ya da davaya gitmezseniz hakkınızda zorla getirme ya da yakalama kararı çıkartılabilir.

Cinsel İstismar suçu (TCK 103)

Öncelikle belirtmek gerekir ki cinsel istismar suçu yalnızca çocuklara karşı işlenebilen bir suçtur. Hukukumuza göre çocuk 18 yaşından küçük herkestir. Bu yüzden ceza kanunun 103. Maddesi “çocukların cinsel istismarı” şeklinde düzenlenmiştir. Basit cinsel istismar maddenin birinci cümlesinde tanımlanmış ve sekiz yıldan on beş yıla kadar ceza öngörülmüştür. Basit cinsel istismar, vücuda organ veya başka bir cisim sokmaksızın cinsel duygularla yapılan her türlü haksız fiildir. Yargıtaya göre suçun oluşması için mutlaka bir temasın olması gerekir. Yalnızla cinsel duygularla laf atılması hali cinsel istismar değil, cinsel taciz suçunun nitelikli halini oluşturur.

Çocuğun rızası suçun oluşmasını engeller mi?               

On beş yaşını tamamlamamış çocuklara karşı yapılan her türlü cinsel davranışta çocuğun rızası olup olmaması tartışılmaz. Kanun on beş yaşından küçük çocukların cinsel davranışların hukuki anlam ve sonuçlarını anlayamayacaklarını kabul etmiş ve bu yüzden rıza aramamıştır. On beş yaşından büyük olmakta birlikte çocuğun engellilik, akıl sağlığı veya algılama yeteneği gelişmemişse yine rıza tartışması yapılamaz.

On beş yaşını tamamlamış çocuklara karşı ise iradeyi etkileyen cebir, tehdit, hile ve benzeri davranışlar olması halinde cinsel istismar suçu oluşur.

Cinsel istismar suçu şikâyete tabi midir?

Cinsel istismar suçu şikâyete tabi değildir. Suçun adli makamlara ulaşmasıyla birlikte resen soruşturma yürütülür. Bu yüzden daha sonra mağdurun şikâyetinden vazgeçmesi hukuken davanın seyrini etkilemez. Yalnızca sarkıntılık halinde şikâyet suçun oluşmasına etkilidir. Bu durumda şikâyetçi mağdurun kendisi olabileceği gibi velisi ya da vasisi de şikâyeti devam ettirebilir.

On iki yaşından küçük çocuğa karşı cinsel istismar

Basit cinsel istismarın alt sınırının sekiz yıldan başladığını ve on sekiz yaşından küçük olan herkese karşı işlenebileceğini belirtmiştik. Ancak mağdurun yani çocuğun on iki yaşından küçük olması halinde daha ağır bir ceza öngörülmüştür.  Öyle ki hem basit cinsel istismarda, hem sarkıntılık halinde, hem de tüm nitelikli hallerde mağdurun on iki yaşını tamamlamamış olması halinde cezanın alt sınırı daha fazla yıldan başlar.

Organ veya sair cisim kullanılarak cinsel istismar

Cinsel davranışın vücuda organ sokmak suretiyle cinsel ilişki şeklinde ya da bir cisim kullanılarak vücuda bir şey sokulması halinde cezanın alt sınırı on altı yıldan aynı fiilin mağdurun on iki yaşından küçük olması halinde on sekiz yıldan başlayan ceza öngörülmüştür.

Sarkıntılık hali nedir? Daha az cezayı mı gerektirir?

Sarkıntılık hali cinsel istismarı tanımlayan kanun maddesinin içinde düzenlenmiştir. Basit cinsel istismarın alt sınırının sekiz yıldan başladığını belirtmiştik. Kanun koyucu çocuğa doğrudan veya devamlı olarak cinsel istismarda bulunulan hareketle, devamlılık arz etmeyen ve bir anda yapılan harekete aynı cezayı vermek istememiş, sarkıntılık hali adı altında aniden yapılan hareketi daha az cezayı gerektiren hal olarak düzenlemiştir. Sarkıntılık halinde cezanın alt sınırı üç yıldan başlamaktadır.

Cinsel istismar suçu ciddi ve çözümlemesi karmaşık bir suç olup muhakkak bir hukuki yardımdan faydalanmanızı öneriyoruz.

Hırsızlık Suçu uzlaştırmaya tabi midir? (TCk141-142)

Türk Ceza Kanunun 141. Maddesinden itibaren tanımlanmaya başlanmış hırsızlık suçu basit anlamda 141.madde de düzenlenmiş ve uzlaştırma kapsamına alınmıştır.

Ancak bir sonraki madde de düzenlenen nitelikli hırsızlık suçu (TCK 142.) uzlaştırma kapsamında değildir. Nitelikli hırsızlık suçunun çok çeşitli halleri olmakla birlikte ceza kanununda yapılan son değişikle neredeyse her türlü fiil hırsızlık suçunun nitelikli halini oluşturmakta ve hem uzlaştırma kapsamı dışında hem de 5 yıldan 10 yıla kadar cezanın öngörüldüğü bir suç çeşidi haline gelmiştir.

Örn.: arabadan teyp, radyo, motordan kablo, akü vs gibi şeyler çalmak, marketteki reyonlardan bir şey çalmak, cami ibadethane benzeri yerlerden ayakkabı veya kamu kurumları içinde kişiye ya da kamuya ait şeyleri çalmak, otobüs, tren gibi ulaşım araçları içinde ya da otogar veya tren garlarında hırsızlık yapmak hırsızlık suçunun nitelikli hallerini oluşturur.